8 Mayıs 2017 Pazartesi

Şeytanın Hileleri

          ŞEYTANIN HİLELERİ
Eserin yazarı: Muhyiddin’i Arabî

Bu cep kitabı, Muhyiddin-i Arabi'nin "Seceret'ül Kevn" adlı eserinden iktibas edilmiştir.

***
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. Salat ve selam, efendimiz Emin Peygamber Muhammed'e, sonra, onun ak aline ve ashabının tümüne olsun.

İbn-i Abbas (r.a.) Hz.'inden naklen Muaz b. Cebel rivayet ediyor

- Bir gün Rasûlullâh (s.a.v.) ile beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık. Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi;

- Ev sahibi, içerdekiler… Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.

Bunun üzerine, herkes Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük oydu izin ondan çıkacaktı. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve:

- "Bu seslenen kimdir, bilir misiniz?" buyurdu.Biz hep birden şöyle dedik:

- En iyi bilen Allah ve Resulüdür. Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz:

- "O, laîn İblistir. -Şeytandır-. Allah'ın laneti onun üzerine olsun." buyurunca; hemen Hz. Ömer:

- “Ya Rasûlullâh, bana izin veriniz onu öldüreyim.” dedi. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:

- "Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldürmeyi bırak."

Sonra şöyle buyurdu:

- "Kapıyı ona açın gelsin. O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz."

* * *

Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Ravi'den. Şöyle anlattı:

- Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.

Sonra, selam verdi, onun bu selamına Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:

- "Selam Allah'ındır ya laîn."

Sonra ona şöyle buyurdu:

- "Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?"

Şeytan şöyle anlattı:

- Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- "Nedir o mecburiyet?" Şeytan anlattı:

- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:

- Allahü Teâlâ sana emir veriyor: Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl al­dattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o; sana ne sorarsa doğrusunu di­yeceksin.

Sonra Allahü Teâlâ buyurdu ki:

- Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen seni kül ederim; rüzgar savurur.. Düşmanların önünde, seni rüsvay ederim.

İşte böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim. 

Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düş­manlarım benimle eğlenecek. Şu muhak­kak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.

* * *

Bundan sonra, Rasülullah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle sordu:

- "Mademki, sözlerinde doğru olacak­sın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?"

Şeytan şu cevabı verdi:

- Sensin, ya Muhammed. Allah'ın ya­rattıkları arasında senden daha çok sevme­diğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki?” Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- "Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?.." Şeytan anlattı:

- Müttaki (Allah’tan korkan) bir gence ki varlığını Allah yoluna vermiştir.

Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şe­kilde devam etti. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı:

- "Sonra kimi sevmezsin?"

- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli iş­lerden sakınan alimi...

-"Sonra?"

- Temizlik işinde yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.

-"Sonra?"

- Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz. Halinden şikayet et­mez.

- "Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu ne­reden bilirsin?.."

Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hâsılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.

- "Sonra kim?"

- Şükreden zengin.

- "Peki, ama o zenginin şükreden oldu­ğunu nasıl anlarsın?.."

- Onu görürsem ki, aldığını helal yol­dan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki: O şükreden bir zengindir.

* * *

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sor­du:

- "Peki, ümmetim namaza kalkınca, se­nin halin nice olur?.."

- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.

- "Neden böyle olursun; ya laîn?.."

- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.

- "Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.

- "Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da, çıldırırım.

- "Peki, ya Kuran okudukları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eri­yen bir kurşun gibi eririm.

- "Peki, ya sadaka verdikleri zaman ha­lin nasıldır?.."

- Ha, işte o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:

- "Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Eba mürre?"

Bunun üzerine İblis:

- Onu da anlatayım.

Dedikten sonra anlatmaya başladı:

- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:

1- Allahü Teâlâ, sadaka verenin malına ihsan eyler.

2- O sadaka, veren kimseyi halkına sev­dirir.

3- Allahü Teâlâ, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.

4- Allahü Teâlâ, belayı, sıkıntıyı ve ah­ları ondan defeder.

* * *

Bundan sonra, Rasûlullâh (s.a.v.) Efen­dimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sor­du:

- "Ebubekir için ne dersin?.." İblis buna şu cevabı verdi:

- O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi. İslam’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?

- "Peki, Ömer b. Hattab için ne der­sin?"

İblis buna da şu cevabı verdi:

- Allah'a yemin ederim ki, her gördü­ğüm yerde ondan kaçtım.

- "Peki Osman b. Affan için ne dersin?.."

- Ondan utanırım hem de çok. Na­sıl ki, Rahman'ın (Allah) melekleri de ondan utanırlar.

- "Peki, Ali b. Ebutalib için ne dersin." İblis onun için de şöyle dedi:

- Ah, onun elinden bir kurtulsam. O, kendi başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam. O, beni bıraksa ben de onu bıraksam. Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:

- "Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Al­lah'a hamd olsun."

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz o cümlesini duyan laîn İblis şöyle dedi:

- Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldık­ça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?..

Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler, beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki:

Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini, ümmilerini (okuma yazma bilmeyen) ve okumuşlarını, facirlerini (açıktan günah işleyen) ve âbidlerini (sürekli ibadet eden) hâsılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.

Fakat Allah'ın halis kulları hariç. Evet, bunları azdıramam.

Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Efen­dimiz sordu:

- "Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?"

Bu suale İblis şu cevabı verdi:

- Bilmez misin? Yâ Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever.  (Parayı ve dünyalığı sever.) O Allah için bir ihlasa sahip değildir.

Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, medhedilmekten hoşlanmaz. Bilirim ki o ihlas sahi­bidir. Hemen onu bırakır kaçarım.

Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müd­det, o size vasfım yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.

Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük gü­nahların en büyüğüdür.

Bilmez misin ki; Ya Muhammed, baş ol­ma sevgisi yine büyük günahların en büyük­leri arasındadır.

İblis, anlatmaya devam etti:

- Ya Muhammed, bilmez misin?.. Be­nim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra, o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır.

Onların bir kısmını ulemaya gönderdim.

Bir kısmını gençlere yolladım.

Bir kısmını da, meşayiha (şeyhlere, hocalara) saldım.

Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musal­lat ettim.

Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaş­mazlık yoldur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.

Çocuklara gelince onlarla da, bizim­kiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.

Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin ba­şına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin.

Onlar, bunların yanına girer; halden ha­le sokarlar. Bir tepeden öbürüne hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; baş­larlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye.

İşte, böylece, onlardan ihlası alırım. Onlar, bu haller ile yaptıkları ibadeti, ihlassız (samimiyetsiz, huşusuz) yaparlar.  Ama bu hallerinin farkında olamazlar.

İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi;

- Bilmez misin, ya Muhammed, Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlas ile Allah'a iba­det etti.

Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifa yap oluyordu.

Onun peşine takıldım; hiç bırakma­dım. Zina etti, katil oldu. Sonunda da küfre girdi.
***(Bu olay yazının sonunda detaylıca anlatılmaktadır.)

Bu o kimsedir ki; Allahü Teâlâ aziz kitabında, ona şöyle anlatır:

- "... Şeytanın hali gibidir ki; o insana: “Kâfir ol” dedi. O vakit o kâfir oldu; bu defa ona şöyle dedi: Ben, senden uzağım. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." (59/16).

* * *

İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden na­sıl istifade ettiğini anlattı.

                             YALAN:

- Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim.

Her kim yalan söylerse o benim dos­tumdur.

Her kim yalan yere yemin ederse o da benim sevgilimdir.

Bilmez misin ya Muhammed, ben Âdem’e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim.

- "Muhakkak, ben size nasihat edi­yorum." (7/16).

Dedim... Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.

           GIYBET- KOĞUCULUK:

Gıybet (arkadan konuşma) ve koğuculuğa (laf taşıma) gelince, onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.

         NİKÂH ÜZERİNE YEMİN ETMEK:

- Her kim, talak üzerine yemin eder­se (karımdan boşanmış olayım ki bu böyledir derse) günahkâr olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun. (Eğer boşanma üzerine yalan yemin ettiyse nikâhı gider. Doğruysa da yemin etmek hele ki boşanma üzerine yemin etmek dinen hoş bir şey olmadığından yine çirkin bir iş yapmış olur. Din üzerine yemin etmek -kâfir olayım ki, Allah’ımı inkâr etmiş olayım ki bu böyle- derse doğru da yalanda olsa dinden çıkar.)

Her kim, talakı ağzına alırsa taa, ha­kikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak (boşanma) kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.
NAMAZ:

- Ya Muhammed, namazı an be an tehir edene (geciktirene) gelince onu da anlatayım.

O, her ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm. Derim ki:

- Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.

Böylece o: Vaktinin dışında namazını kılar. Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. (Namazı kazaya bırakmak günah olduğu gibi namazı mazeretsiz geciktirmek, geç vakitte kılmakta dinen çirkin bir iştir. Yalnız sabah namazını müstesna)

Şayet o kimse, beni mağlup ederse ona insan şeytanlarından birini yollarım. Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar.

O, bunda da, beni mağlup ederse bu sefer onun hesabını namazından görmeye bakarım. O namazın içinde iken:

- “Sağa bak, sola bak.” derim. O da, bakar. O ki böyle yap­tı, yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona:

- “Sen, ebedi yaramaz bir iş yaptın.” derim ve böylece onun huzurunu boza­rım.

Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda sağa ve sola çokça bakarsa, Allah onun namazını kabul etmez. (Bir kişi namaz kılarken birisi görmüş olduğunda “bu kişi namaz kılmıyor” diyecek kadar namazda hareket ediyorsa öyle bir namaz geçersizdir. Bir kişinin bir rükün [kıyam, rükû, secde veya oturuş] içerisinde elini 3 defa hareket ettirmesi namazını bozar. İlmihallerde bu meseleye ameli kesir denilir.)

Bunda da ona mağlup olursam yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına gide­rim. Ve ona: Çabuk namaz kılmasını emre­derim. O da, başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun, gagası ile, yerden bir şeyler topladığı gibi. (Namaz kılan kişinin rükû-secde arasında ve secdeler arasında en az bir defa sübhânallâh diyecek kadar hareketsiz beklemesi gerekmektedir. Böyle kılınmayan namaz tüm mezheplere göre tekrar kılınmalıdır. Namazın bu kuralına tadili erkân denilir.)

Bu işi, ona yaptırmakta da, başarı kaza­namazsam; bu sefer cemaatle namaz kılar­ken onun yanma varırım. Orada onun başına bir gem takarım... Başını imamdan evvel secdeden ve rukû'dan kaldırırım. İmamdan evvel de, secde ve rukû yaptırırım. İşte o böyle yaptığı için, kıyamet gü­nü Allah onun başını eşek başına çevirir. (Kişi imamdan önce rükû veya secdeye gitse imam daha gitmeden kalksa namazı bozulur. Ancak  imamdan önce veya sonra gitse de imamla birlikte ruku veya secde de bir defa sübhânallâh diyecek kadar süre ortak bulunurlarsa namazı bozulmaz, ancak mekruhtur, yani çirkin bir iş yapmış olur.)

O kimse, bunda da beni yenerse bu defa, ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o: Beni teşbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam. (Parmak çıtlatmak mekruhtur, sağlığa da zararlıdır.)

Bunda da, ona mağlup olursam. Bu se­fer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar. (Bu sebepledir ki peygamberimiz “Aksırmak Allah’tan, esnemek şeytandandır.” buyurmuştur. Şeytan sebebiyle esneyen kişi peygamberler esnemez diye düşünürse veya şehadet parmağını diline değdirirse esneme gider. Namazda herhangi bir sebeple esneyen önce esnememeye direnmeli, olmadı eliyle kapamalıdır. Esnemek midenin dolu olmasından ve bedenin ağırlaşmasından meydana gelir. Dudağı ısırarak mani olmaya çalışmalıdır. Böyle yapamayan, namazda kıyamdayken sağ elin; diğer rükünlerde ve namaz dışında ise sol elin arkasıyla ağzını kapatmalıdır.)

Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa onun içine küçük bir şey­tan girer, dünya hırsını ve dünyevî bağlarını çoğaltır. (Kişinin zihnine dünyalık şeyler getirir, namazdayken Allah’ın huzurunda olduğu şuur ve bilincini kaybettirir. Huşuya engel olur.)

İşte bundan sonra o kimse (namazda) hep bize itaat eder, sözümüzü dinler, dediklerimizi yapar.

* * *

Şeytan bundan sonra, konuşmasına de­vam etti:

- Sen, ümmetin hangi saadetinden fe­rah duyarsın ki?

Ben onlara, ne tuzaklar kurarım, ne tuzaklar.

Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrede­rim. Ve onlara derim ki:

- Namaz size göre değil. O, Allah'ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.

Sonra da hastalara giderim:

- “Namaz kılmayı bırak.” derim. Çünkü Allahü Teâlâ: "Hastalara zorluk yok..." (24/61) buyurdu. İyi olduğun zaman çokça kı­larsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hat­ta (namazın farziyetini, önemini inkâr edip) küfre de gidebilir.

Şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse... Allah'ın huzuruna çıkarken, Allahü Teâlâ'yı öfkeli bulur.

Sonra şöyle dedi:

-Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun... Sonra eğer yalan varsa Allah (c.c) beni kül eylesin.

İblis bundan sonra, konuşmalarına de­vam etti ve şöyle dedi:

-Ya Muhammed, sen ümmetin için fe­rah mı duyuyorsun? Hâlbuki ben onların al­tıda birini dininden çıkardım. (Peygamberimiz ümmetinde 73 fırka çıkacağını bunlardan biri [ehli sünnet] hariç hepsinin sapık inanç üzere olacağını bildiriyor Allah bizleri ehli sünnet itikadından -inancından- ayırmasın. Âmin)

* * *

Bundan sonra... Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz ona, yani İblis'e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi:

- Ya laîn, senin oturma arkadaşın kim?"

- Faiz yiyen.

- "Dostun kim?"

- Zina eden.

- "Yatak arkadaşın kim?"

- Sarhoş.

- "Misafirin kim?"

- Hırsız.

- "Elçin kim?"

- Sihirbazlar.

- "Gözünün nuru nedir?"

- Karı boşamak. (Şeytan eşleri birbirlerinden ayırmak için tartışmalarda iki tarafı da birbirlerine karşı kışkırtır. Eşlerden biri ateşken diğer barut olmamalı, su olmalı. Biri deliyken diğeri veli olmalı alttan almalı veya tartışmadan kaçınmalı hatta o ortamı terketmeli.) 

- "Sevgilin kim?

- Cuma namazını bırakanlar. (3 hafta peş peşe Cuma namazına geçerli mazeretsiz gelmeyenin kalbi geçici mühürlenir yani iyilik yapmak istemez.)

* * *

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:

- "Ya laîn, senin kalbini ne kırar?"

- Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi...

- "Peki, senin cismini ne eritir?"

- Tevbe edenlerin tevbesi. (Tövbe ile günahlar silindiğinden şeytanın çalışmaları boşa gider.)

- "Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?"

- Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol istiğfar (tevbe)

- "Peki, yüzünü ne buruşturur?"

- Gizli sadaka. (Açıktan verilen sadakaya riya yani gösteriş karışabilir. Riya amelin sevabını iptal eder.)

- "Peki, gözlerini kör eden nedir?"

- Gece namazı. (Farz, vacib ve sünnet namazlardan sonra en faziletli namaz gece kılınan namazdır.)

- "Peki, başını eğdiren nedir?

- Çokça kılınan cemaatle namaz. (Çünkü cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 27 kat daha faziletlidir.)

* * *

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu:

- "Sana göre insanların en saadetlisi kimdir?"

- Namazlarını bilerek kasten bırakan­lar.

- "Peki, sana göre insanların en şakisi (âsi) kim?"

- Cimriler.

- "Peki, seni işinden ne alıkoyar?"

- Ulema meclisleri. (İslami dersler ve sohbetlerin meclisleri şeytanın çalışmalarına, faaliyetlerine engeldir.)

- "Peki, yemeğini nasıl yersin?"

- Sol elimle parmaklarımın ucu ile. (Başında besmele çekilmeden ve sol elle yenilen yemekten şeytanda yer ve bu yüzden yemeğin bereketi olmaz. Başta besmele çekmeyi unutan ortasında veya sonunda “Bismillâhi alâ evvelihî ve ahirihî” veya “Bismillâhi evvelehü ve âhirahü” demelidir.)

- "Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalı­ğı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?"

- İnsanların tırnakları arasında. (Bu sebepledir ki tırnak uzatmak mekruhtur. Tırnağı cuma günü kesmek sünnettir.)

* * *

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. İblis de ce­vap verdi.

- "Rabbinden neler talep ettin?"

- On şey talep ettim.

- "Nedir onlar, ya laîn?"

- Şunlardır:

1- Allah'tan diledim ki, beni ademoğullarının malına ve evladına ortak ede... Bu, ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu:

- "Onlara ortak ol. Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Hâlbuki şeytan onlara en çok gurur vaad eder..." (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir. 

Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim faiz ve haram karışan yemekten de yerim.

Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım.

Cinsi münasebet anında; Allah'a şey­tandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o birleşmeden hâsıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.

Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim. Yol arka­daşı ve binek arkadaşı olurum.

Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. Allahü Teâlâ bana şu emri verdi:

- "Onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart..." (17/64)

2- Allahü Teâlâ'dan diledim ki: Bana bir ev vere. Bu dilediğim üzerine hamam­ları bana ev olarak verdi. (Aynı cinsiyettekiler birbirinin göbek dizkapağı arasına bakamaz. Hamamda da tesettüre dikkat edilmelidir.)

3- Diledim ki; bana bir mescid vere. Pa­zar yerlerine bana birer mescid yaptı. (Kadın erkek karışık, günah ihtimali çok yüksek, ayrıca satışlarda yalan yere edilen yeminler vs. pazarların günah yuvası olmasına sebeptir.)

4- Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yap­tı.

5- İstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları (içinde ilahileri olan değiştirilmiş zebur) verdi.

6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere. Sarhoşları verdi,

7- Diledim ki; bana yardımcılar vere... Bunun için de kaderiye mensuplarını (kaderi inkâr edenleri) verdi.

8- İstedim ki; bana kardeşler vere. Mal­larını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet (günah) yoluna para harcayanları. Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir:

- "O kimseler ki; mallarını boş yere har­carlar. Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlar­dır..." (17/27)

Bir ara Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

- "Eğer söylediklerini, Allah'ın kitabın­daki ayetlerle isbat etmeseydin. Seni tasdik etmezdim."

Bundan sonra İblis devam etti:

9- Ya Muhammed, Allah'tan diledim ki, âdemoğullarını ben göreyim; ama onlar be­ni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine ge­tirdi.

10- Diledim ki; âdemoğullarının kan mecralarını bana yol yapa Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp gide­rim, gezerim, hem nasıl istersem. (Şeytan cinlerden olduğundan insan vücuduna girebilir, gezebilir, kişiye vesvese verebilir, hatta besmelesiz yediği yemekten o da yer.)

Bütün bu isteklerimi verdi.

- “Hepsi sana verildi.” buyurdu. Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra şunu da ekleyelim ki; benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte böylece kıyamete kadar, âdemoğullarının ekserisi (çoğunluğu) benimle beraber olurlar.

Bundan sona İblis şöyle anlattı:

- Benim bir oğlum vardır. Adı: ATEME'dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa gider; onun kulağına bevl eder. Eğer böyle olmasaydı; imkân yok, in­sanlar, namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.

Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da; MÜTEKAZİ'dir... Bunun vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. (Kişinin işlemiş olduğu sevaplarda riya yani gösteriş yaptırır. Gösteriş sevabı iptal ettirir.)

Mesela: Bir kul, gizli bir taat işlerse ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa... MÜTEKAZÎ onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya mu­vaffak olur. Böylece: Allahü Teâlâ o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder biri kalır. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.

Sonra benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da KÜHAYL'dir. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve ha­tip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitemezler. Böylece hiç sevap alamazlar.

Bundan sonra İblis şöyle anlattı:

- Hangi kadın olursa olsun. Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela:

- “Elini kolunu dışarı çıkar; göster.” der. O da, bu emri tutar. Elini, kolu­nu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadının hayâ perdesini tırnakları ile yırtar.

İblis, bundan sonra Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimize kendi durumunu anlatmaya başladı:

- Ya Muhammed, bir kimseyi delalete sürüklemek için elimde bir imkân yoktur. Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm o kadar. Eğer delalete sürüklemek elimde olsay­dı; yeryüzünde:

- “Allah'tan başka ilah yoktur ve Mu­hammed Allah'ın rasulüdür.” diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kı­lanı hiç bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde de, hidayet nevin­den bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın rasûlüsün. Ve tebliğe (dini anlatmaya) memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzün­de tek kâfir bırakmazdın.

Sen, Allah'ın halkı üzerinde bir huccet­sin, ben de, kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere bir sebebim.

Said (itaatkâr) olan kimse, taa, ana karnında iken saiddir. Şaki (asi, eşkıya) olan da, yine ana karnında iken şakidir.

Saadet ehli kılan Allah; Şekavet ehli kılan da Allah.

Bundan sonra Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu:

- "Bunlar, taa, sonuna kadar böyle de­ğişik şekilde devam edecek... Ancak Rabbın esirgedikleri hariç..." (11/119)

- "Allah'ın emri behemehâl yerini bulan bir kaderdir..." (33/38)

Bundan sonra, Rasûlullâh (s.a.v.) Efen­dimiz, İblis'e şöyle buyurdu:

- "Ya Ebamürre, acaba senin bir tevbe etmen ve Allah'a dönmen mümkün değil mi? Cennete girmene kefil olurum... Söz veririm..."

Bunun üzerine İblis şöyle dedi:

- Ya Rasûlullâh, iş verilen hükme göre oldu... Kararı yazan kalem de kurudu... Kıyamete kadar olacak işler olacaktır.

Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tır. Ve o: Bütün noksan sıfatlardan münezzeh­tir.

Ve İblis, cümlelerini şöyle tamamladı:

- İşte bu söylediklerim, sana son sözümdür. Ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim.
***
Evvel, âhir, zâhir, bâtın, âlemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun.

(Evvel: Başlangıcı olmayan, ezeli
Âhir: Sonu olmayan, sonsuz, ebedi
Zâhir: Yarattıklarıyla, eserleriyle açık
Bâtın: Zâtı gizli)

Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun aline de, ashabına da. Âmin!

Bütün peygamberlere selam, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a da, -tekrar- hamd olsun.

RAHİB BARSİSA OLAYI

Bir zaman israiloğulları içinde Barsisa denilen bir ibâdet ehli vardı. Zahitliğinin ünü, doğuya batıya erişmişti. Nerde bir hasta varsa, ona su yollarlardı, o suyu okur, üflerdi; hasta içince sağlık ve esenlik bulurdu. 
Herkes de bilir ve anlardı ki bu onun soluğunun eseridir. 
Çok geçmedi ki halk, bu sağlık-esenlik, filan ilaçtan meydana gelir mi ki diye ilaçların tesirinde şüpheye düştü.
Barsisa öyle bir şöhret kazandı ki o zamanın hekimlerine kimse gitmez oldu. 
O lanetlenmiş şeytan, o pusuda gizlenmiş eski düşman, o bel kıran mel'un, demir geveliyor, fakat bir çâre bulamıyordu. Durmadan bu Rahibi yoldan çıkarmanın, onu ibadetten alıkoymanın yolunu arıyordu.
Bir gece lanetlenmiş şeytan, yüzünü oğullarına döndü ve dedi ki: Sizden hiçbir kimse yok mu ki beni bu tasadan kurtarsın, bu tek eri tuzağa düşürsün? 
Oğullarından biri, bu işi benim adıma yaz, benden iste, senin gönlünü bu dertten ben kurtaracağım diye böbürlendi. 
Şeytan ona, en gerçek oğlum sen olursun, bu işi başarırsan, kör gözümü sen aydınlatırsın, dedi.
Şeytanın o oğlu, şöyle bir mel'un aklına danıştı. 
O, şeytanın oğluna:
- Halkı genç, güzel kadınlardan daha iyi avlayacak hiçbir tuzak olamaz, dedi. Çünkü altın arzusu, lokma dileği tek taraflıdır. Sen altına âşık olursun amma onun canı yoktur ki sana âşık olsun; lokmanın canı yoktur ki seni arasın, seninle konuşsun. Fakat genç kadınlara duyulan sevgi, iki taraflı olur. Sen onu sever, istersin, o da seni sever ve ister. Sen ona ulaşmak istersin, o da sana. 

Bir hırsız geceleyin dışardan kapıyı açmak için bir tuzak kurar; amma o hırsızın, evde bir eşi ortağı bulunur yahut bir halayıkcağız, içerden kapıyı açarsa, bu, hırsızın dışardan para çalmaya uğraşmasına benzer mi hiç? 
Altın yahut sandık, kalkıp kapıyı açamaz ki. 
Şeytanın oğlu da, bütün dünyayı dolaştı. Güzel, akıllı, soylu soplu, alımlı, işveli bir kadın arıyor, zahidi avlamak için o çeşit bir dilber araştırıyordu, şeytanlık hasedinin kuvvetiyle ev ev, şehir şehir gezip dolaşıyordu. Çok aradı. 
Sonunda o ülkenin padişahının kızını seçti. Kızın güzelliği dillere destandı. Kızın beynine girdi, onu deli divane etti, hastalandırdı. 
Padişah, hekimleri, hikmet ehlini topladı. Hepsi de onu iyileştirmede, ona ilaç tertip etmede âciz kaldı. 

Şeytan, bir zahit elbisesine bürünüp geldi:
-Eğer bu kızın hastalıktan kurtulmasını istiyorsanız, dedi, onu Barsisa'ya götürün. O, okusun, üflesin, bu hastalıktan kurtulur. Onlar da başka çare bulamadılar, onun sözünü dinlediler, kızı, Barsisa'ya götürdüler.

Barsisa dua etti, şeytan da kızı bıraktı, kız iyileşti. Böylece de şeytan, padişahın bir dahaki seferde de kendi sözüne inanmasını sağlamış oldu. Kız iyileşince sevindi.

Bir zaman sonra şeytan, gene kızı çıldırttı .Hekimler yine iyileştirmede âciz kaldılar. 

Şeytan aynı suretle tekrar geldi. Bunu, gene Barsisa'ya götürün; amma bu sefer geri getirmeyin, kız size, iyileştim diye haber yollayıncaya kadar yanında kalsın, dedi. 
Kızı, yüz binlerce güzel kızı nasıl götürüyorlarsa, öylece götürüp Rahibin yanına bırakıp döndüler. 
Kız, Rahip ve şeytan o ibâdet yurdunda kaldılar. O rahip, bilgin olsaydı, kızla yalnız olarak o ibâdet yurdunda kalmaya razı olmazdı. 

Esenlik ona, Peygamber(s.a.v) dedi ki: "Bir kadın, bir konakta bir erkekle beraber kaldı mı, üçüncüleri şeytandır, onların." Bir kadın, bir yerde bir erkekle beraber kalınca şeytan, onların aracısı olur. Hâsılı uzun bir zaman, kız, zahit rahibin yanında kaldı. Otur kalk derken Rahip Barsisa, göz ucuyla da olsa kızı süzdü ve iyice gönül kaptırdı. Gönül kaptırılmayacak da bir dilber değildi padişahın kızı. 

Nihayet bir gün, kızla buluştu ve kız hamile kaldı. 
Rahip kara kara düşünmeye başladı.
Bu sefer şeytan, bir insan şekline bürünüp Rahip Barsisa'nın yanına geldi. Onu düşünür buldu. Neden düşüncelisin, dedi. Barsisa, hikâyeyi anlattı. Kız, gebe kaldı dedi. 
Şeytan:
-Kızı öldürmekten başka çare yok, dedi. Öldürür, sonra, öldü gömdüm, dersin. 
Barsisa, geceler boyu düşündü, başka bir çare bulamadı. Onun dediğini yaptı.
Diğer yanda lain şeytan, gene insan şeklinde padişaha geldi. 
Kız iyileşti, gidip getirin, dedi. 
Padişahla perdeciler gidip kızı istediler. Rahip Barsisa:
-Kız öldü, gömdüm dedi. İnanıp geri dönüp yasını tutmaya koyuldular. 
Şeytan, bu sefer başka bir şekle girip, padişahın yanma gitti. 
-Kız nerede, dedi. Padişah:
-Rahip Barsisa'nın yanına götürdük, orada öldü, dedi. 
Şeytan:
-Kim söyledi, diye sordu. 
Padişah:
-Barsisa söyledi, deyince Şeytan:
-Yalan söylüyor, dedi. Rahip kızınla buluştu, kız gebe kaldı, sonra kızı öldürdü, falan yere gömdü. İnanmıyorsan orayı kazdır, görürsünüz, dedi.

Padişah, tam yedi kez yerinden kalktı, bir başka yere oturdu, sonra gene yerine geldi. Şaşkına döndü, hâli değişti, kafası ateşlendi, kızdı. 

Sonra bir toplulukla atına binip Barsisa'nın ibâdet yurduna vardı. İçeri girip:
-Kız nerde, diye sordu. 
-Rahip Barsisa:
-Öldü, gömdüm deyince, peki dedi, bize neye haber vermedin? dedi.
Barsisa:
-Evrad-ı ezkar ile meşguldüm, evradımdan kalırım diye korktum, dedi. 
Padişah:
-Bu sözün aksi çıkarsa ne yapayım dedi. 
Bu söz üzerine Barsisa kızdı, ileri geri söylenmeye durdu. 
Padişah, Şeytanın bildirdiği yeri kazdırdı. Kızı çıkardılar, kız öldürülmüştü.
Barsisa'nın ellerini bağladılar, terlemeye başladı. Halk toplandı. 

Barsisa, kendi kendine, ey kutsuz nefis diyordu. Duan kabul oluyor diye seviniyordun. Halkın gönlüne, gözüne üstün, büyük görünüyorsun diye seviniyordun. 
Halk seni beğeniyor, övüyor diye gururlanıyordun.
Halkın inancı azalır diye de korkuyordun değil mi? 
Gerçekte bu düşüncelerden hepsi de yılandı, akrepti; evet, halkın beğenişi, zehirlerle dolu bir yılandı diyor, içten içe ah ediyordu; ama artık faydası yoktu.

Onu yüce bir darağacının dibine getirdiler.Merdiven dayayıp boynuna ipi taktılar. 
O anda şeytan, bir insan şekline girip kendisini tekrar gösterdi. Bunların hepsini de ben yaptım sana; hâlâ da gücüm var, çaren benim elimde, bana secde et, seni kurtarayım dedi. 
Barsisa buna ümitlendi ve şeytana:
-Nasıl secde edeyim, boynumda ip var. dedi. 
Şeytan, secde niyetiyle başınla işaret et, akıllıya işaret de yeter dedi. 
Barsisa, can korkusuyla, secde etmeye niyetlendi; can tatlıdır ya, fakat başını eğince ip, boynunu daha da sıktı. Nefesi kesildi.
Ve şeytana secde ederek öldü. Şeytan uzaklaşırken, "Ben senden tamamıyla uzağım" dedi.

Şanı ululandıkça ululansın, Tanrı buyurur ki: Ey insanlar, ey inananlar, sizi kötü bir dost, tutar da kötülüğe çağırırsa, bu iş, sizin faydanızadır derse, kötü dostlar sana, sen yaşarken de bizimsin, öldükten sonra da; biz de seniniz diye vaadde bulunursa ona inanmayın; onlar, bu düzenle kendileri gibi sizi de bozmak, bozguna uğratmak, kötülemek, kötülüğe çekmek isterler. Sizi pis bir hale getirdiler mi, ne dostunuz kalır artık, ne eşiniz. Sizden bezerler. 

Anlattığımız o şeytan gibi ki onun derdine ortak oldu, ona dostluk gösterdi, sonunda onu tuzağa düşürünce, ondan bezdi gitti. 


(Mevlana Celaleddin, Mecalis-i Seb'a çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Konya, 1965)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder